bugün

entry'ler (681)

ali koç un kendi yöneticisine saldırması

Oha! Selahattin baki’ye hak vereceğim aklıma gelmezdi. Napıyosun amk milletin içinde!

atatürkü sevmeyenin aşırı fazla olması

valla hiç öyle gözükmüyor. Hatta, siyasal islamcılarla ittifak olan liberal tayfanın bir dönem sürekli gündemde tutulan sikko anakronik eleştirelliği dahi prim görmüyor artık. Ölümünden onlarca yıl sonra bunca saldırganlığa rağmen atatürk değerini her seferinde tekrar ispatladı.

Öyle ki, bütün ideolojik konumlanmasını atatürk karşıtlığına endekslemiş uç kesimin içindeki gençler dahi atatürk’e saygılarını ifade etmeye başladılar.

fenerbahçeli bir insan ile arkadaş olmak

ya insanın zaten bir insanla galatasaraylı, fenerli, beşiktaşlı vs takımlı diye uzak olması ciddi bir geri zekalılık emaresi olsa gerek.

karşındaki bunu kimlik haline getirecek kadar aptaldır, takım taraftarlığından başka kendini gerçekleştirecek bir yol bulamayacak kadar aveldir; e zaten ondan, tuttuğu takıma bakmaksızın uzak durmak lazım.

Ki, ben yerine göre, bu tür tatavalarda işin bokunu çıkartacak kadar sündüren birisiyim, yani “hepi topu futbol” diyen birisi değilim ama buna rağmen herhangi bir kişiye sırf takımı nedeniyle nefret duymayı başaramıyorum.

Genel olarak taraflılığın getirdiği aptallığa tahammülüm yok.

işin kötüsü, bunun eğitim seviyesinden bağımsız olması. Koca koca profesörler, iş adamları, yazarlar, sanatçılar falan iş buraya gelince ya eblehleşiyorlar ya da zaten özünde adil insanlar değiller. Aslında bu gibi insanların birçoğunun kimliğini politik doğruculukla inşa ettiğini, objektiflikten ve adaletten yoksun olduklarını görmek aşırı midemi bulandırıyor. Yoksa yekten taraftarlıkla kimlik edinmiş sığırın hiç değilse zararı kendine.

Bunun haricinde karşılıklı moral bozma vesilesi işte, o kısım eğlenceli.

19 mayıs 2024 galatasaray fenerbahçe maçı

Okan buruk’un yapacağı en iyi şey basitçe geriye yaslanmak, orta alanı kalabalık tutmaktan ibaretti.

rakip 10 kişi kalınca böyle bir stratejiye de gerek kalmadığına inandı. er ya da geç o gol gelir, fener çözülür, farka gider diye düşünüp hamle yapma gereği duymadı.

fener’in psikolojisi de “zaten bir bok olacağı yok, kaosa yüklen” olunca müdahale etmemek de çok garipsenecek bir durum değildi.

ancak belirgin fark şuydu ki, fener 10 kişi kalmanın da etkisiyle göbeği alabildiğine kalabalık tutarken bir süre sonra kontra fırsatı bulabileceğini idrak etmeye başladı. çünkü kalabalık nedeniyle galatasaray’ın orta saha etkinliği ceza sahasına yaklaştıkça kenarlara kayıyordu.

oyunun önemli bölümü bam güm giderken bala göte kornerden golü bulunca artık orta saha hakimiyeti kovalamak için geç kalındı. fener orta sahada iyice sıkılaşıp kontra kovalamaya devam etti ve maç galatasaray’ın etkisiz kanat girişimleri ve ortadan ara sıra şut denemeleri ile bu skorla bitti.

rakibin kazanmak zorundayken geriye yaslanmak, boşluktan yararlanmak en garanti çözümdü ancak kırmızı kart maçın psikolojisini garip şekilde değiştirdi. türkiye ligiyle ilgisi olmayan birisi ikinci yarıyı izlese golden önce bile kazanmak zorunda olanın galatasaray olduğunu, fener’e beraberliğin yettiğini düşünebilirdi.

galatasaray maç boyunca kendine beraberliğin yettiğinin farkında değilmişçesine bir oyun sergilemeye çalıştı. en basitinden topa basıp fener’i ön prese çekerek paslaşmayı uzatmak bile her halükarda galatasaray’a yarıyordu ama kendi evinde çoşkulu şampiyonluk kutlama hevesi ve rakibin 10 kişi kalmasıyla “er geç öyle böyle atarız” mantığı, topa basmak yerine zorlamayı getirdi ve lüzumsuz riskleri ne takım, ne hoca okuyabildi.

fener’in oynadığı top yahut istatistik üzerinden konuşmanın mantığı yok. adam 10 kişi kalmış, “kaos yaratırım, fırsat bulursam da atarım” mantığını uygulamış ve bala göte de olsa sonuç almış. takdire şayan.

okan hocayı bu nedenlerle suçlayamam, camianın kendi evinde erken şampiyonluk kutlama acelesine kurban gittiğini düşünüyorum. olur bazen böyle şeyler. şampiyonluk kutlaması 1 hafta gecikmiş oldu en fazla.

hayırlısı olsun.

mert hakan yandaş

sözleşme uzatayım diye yapmadığı maymunluk yoktu, bu maçta da devam ettirdi, çok şaşırtıcı değil ancak yarattığı kaosun fener’e bu kadar yarayacağını kendisi bile tahmin etmemiştir sanırım. Yeni sözleşmeyi haketti.

richard mille

lüks saat piyasasına 20 küsur yıl önce dahil olup senede 5-6 bin saat üretimiyle milyar dolarlık ciroya ulaşmış bir marka. Bazı modelleri milyonlarca dolara satılır. isviçreli saat markaları içinde ilk ondadır.

Gel gör ki, bazen övülür, çoğunlukla aşağılanır.

Neden?

Birincisi, bu başarının asli unsuru pazarlama stratejisidir.

Richard mille, dünyanın en popüler insanlarına saat temin ederek (!) çok hızlı şekilde popülerleşmiştir. Ne var bunda? bu temin sürecinde talep eden tarafın richard mille olduğu söylenir. Bir diğer deyişle; reklamını en çok yapacak sporculara gidip bedavadan ve hatta ödeme karşılığı kendi saatlerini takmalarını talep ediyorlarmış. Mış, müş, kısmı ne kadar doğru bilinmez ama sürece bakılınca çok mümkün gözüküyor. Zira Richard mille takan popüler tiplerin çoğu saatten anlamaz. Anlayanların da gidip o saate para ödeyerek koleksiyonuna kattığına, ben de pek ihtimal vermiyorum açıkçası.

aslında bu saatin koleksiyon değeri olduğuna da pek ihtimal vermiyorum. evet, milyon dolar verdiğin saati 10 yıl sonra daha yüksek fiyatlara satmak mümkün ama bir şeyin zaman içinde fiyatlanması koleksiyon değerine tekabül etmez. Bir şeyin koleksiyon değerine sahip olması, azlığınının yanında, hikayesi, geçmişi ve sembolik olarak temsil ettiği şeylerle ilgilidir. richard mille için henüz bir marka geçmişinden bahsetmek, herhangi bir modeline yönelik bir hikaye inşa etmek için baya erken. Şu an için Sadece x kişisinin kullandığı saat veya bilmem ne turnuvasında takılan saat temsiline müsait.

Diğer yandan, ürünleri marvel film karakterlerini anımsatıyor. Temelde açıklanabilir sembolizm söz konusu olsa da bütün olarak baktığınızda tasarımlar kaotik. Dahası, herhangi bir modelin yıllar içinde temel hatlarıyla tekrar tasarlanıp piyasaya sürülüp sürülmeyeceğine dair hiçbir fikriniz yok. Bu da, ikonik bir modele sahip olup olmadığınıza dair bir fikrinizin olmaması demek.

Saat koleksiyoneri ve saat sever bileğindeki modelin ilk kez örneğin 1960’larda piyasaya çıktığını, o günden bugüne kasa çapının, mekanizmanın vs özelliklerinin ne kadar değiştiğini ancak her şeye rağmen aslına ne kadar sadık kalındığını bilir. Yani takip edilebilir bir model evrimine aşinadır. Richard mille için böyle bir şeyden bahsetmek henüz mümkün değil. Böyle bir süreç takip edeceklerine dair herhangi bir işaret de yok.

Popüler insanların saati kullanması, filmlerde yer verilmesi eleştiri konusu olmamalı elbet. Rolex’ten patek’ine kadar bu tür reklam stratejileri her zaman kullanılmıştır. Gel gör ki, rolex ya da bilinen diğer markaların tanıtım stratejilerinde bu da sınırlıdır. En azından şunu hissedersiniz; o filmdeki o karakterin o saati takması zaten muhtemeldir. Dahası, bu tür köklü firmaların tanıtım girişimi olmadan modellerinin filmlerde kullanıldığı da görülür. işte omega ay’a giden ilk saattir ve bu seçim özel olarak omega’nın girişimiyle olmamıştır. (En azından öyle anlatılır) ya da birçok holivud starı, müzisyen, sporcu bu köklü markaları özel hayatında zaten kendiliğinden satın alıp kullanır. Richard mille için böyle bir genelleme yapmak (hele de bu fiyat skalasında) pek mümkün değil.

gelgelelim, richard mille’i tamamen zengin kazıklama amaçlı görgüsüz tercihi olarak etiketlemek de mümkün değil.

Zira, mekanizmaları muhteşemdir. Bu işin içinden gelmiş insanlarca tasarlanmıştır ve her bir saat bizatihi el işçiliği ile bir araya getirilmiştir. Saat kompenantlarının üretiminde ise en ileri teknoloji ürünleri ve yöntemleri kullanılır. Uzay teknolojilerinden tutun da, en modern metalurji tekniklerine kadar her yönteme başvurulur. Tabi ki bunlar maliyeti artıran unsurlar ancak ürün başına milyon dolara çıkaracak derecede değil. Diğer yandan, mekanizmada halat sistemleri kullanmaksa estetik, yenilikçilik ve komplekslik açısından ciddi fark yaratan bir unsur. ürün kalitesinde çok üst seviye olduğunu teslim etmek lazım.

Yani, Geleneksellik açısından henüz ortaya bir şey koymamış, koymaya yönelik bir işaret görülmeyen richard mille yenilikçilikte oldukça iyi durumda.

Ancak ne de olsa ürünün marka değerinde ve ikonikleşmede en önemli unsur alıcıdır. Richard mille, seçtiği hedef grupla (milyonerler) fiyatlama stratejisinde başarılı olurken hedef grubun sosyolojik olarak temsil ettiği skala görgüsüzlük, şımarıklık, (saat anlamında) cahillikle özdeşleşmiş durumda. Hızlı bir şekilde böyle bir ciroya ulaşmanın başka bir yolu da yoktu sanırım.

“Richard mille şımarık milyonerlerin g-shock’ıdır.” görüşünün temelinde yatan da aslında bunlar. Ki hem saat tasarımları hem de alıcı portföyüne yönelik eleştiri bağlamında (biraz acımasız da olsa) güzel saptama. Mekanizma ve kaliteyi görmezden gelsek katılabilirdim.

Markalarının fanboyu veya hater’ı olmak bana salakça geliyor. Beğensen de, beğenmesen de hakkını teslim etmek lazım.

Gel gör ki, seçim yapmam gerekse, örneğin üst düzey saat markalarından hiçbir zaman satmamak kaydıyla saat seçmem gerekse, richard mille ilk 10’da olmazdı sanırım. Sanırım, diyorum, çünkü birçok modeline hakim değilim. Tasarımları pek ilgimi çekmiyor. Koleksiyoner olsam, hani bütün ikonik markalarda doyuma ulaştıktan sonra belki bir tane modelini (en farklı ve en iyi mekanizmaya sahip olanını) eksik kalmasın diye belki alırdım.

Ancak tasarım başka bir dünya ve doğrudan şahsi zevkle ilgili. Gösteriş, çarpıcılık, ön planda olma gibi kriterleri önemseyenlere de saygı duymak lazım tabi.

marilyn monroe

168 iq sahibi olduğu söyleniyor ki, bu benden bile zeki olduğu anlamına geliyor. Neyse ki einstein’dan da zeki olduğundan biraz teselli buluyorum.

anın görüntüsü

boys anılar dinleyen kızla olmaz.

rolex

dünyanın en ünlü saati. Hiç şüphesiz. Dünyanın ikinci el piyasası en iyi saati.

Ama dünyanın en iyi saati değil. Hangi yönden? Hiçbir yönden değil.

Rolex dünyanın en sağlam saatlerini satmıyor. En iyi mekanizmalar rolex’te değil. En iyi cam, en iyi işleme, en iyi kordon, en iyi kasa rolex’te değil. En nadir saatleri üretmeyi bırak, yıllık ortalama üretim miktarı 1 milyonun üzerinde. Birkaç model dışında limited edition yanı da yok.

Ancak dünya lüks saat piyasasının açık ara lideri. Öyle ki, kendinden sonraki en yüksek cirolu 9 isviçre markasının toplamından daha büyük bir ciro yapıyor; 11-12 milyar dolar. (Philippe patek’in toplam piyasa değerine tekabül ediyor.)

Neden?

işin pazarlamacılık kısmını bir kenara bırakırsak (onu richard mille’de konuşabiliriz) rolex bu yukarıda saydığım özelliklerin hiçbirinde en iyi olmasa da, her birinde çok iyi.

Bir özellik diğerine göre hiçbir zaman ciddi oranda geride kalmadığı gibi her bir özellik ayrı ayrı dünyadaki sıralamada her zaman ilk 4-5 içinde. Bir rolex satın aldığında, hangi model olursa olsun, vasat bir mekanizma beklemezsin, vasat bir cam işçiliği beklemezsin, vasat bir bilezik/kasa beklemezsin. “Her şeyi iyi ama şu pek olmamış” demezsin. Her zaman her şeyiyle iyidir.

Tasarımı bir audemars piquet değildir, sağlamlığı bir vacheron konstantin değildir, philippe patek kadar ikonik değildir ama her zaman her bir özelliği diğerleriyle bir anılır. Ki diğer saydıklarım ikonik modellerini 200-300 bin dolardan piyasaya sürerken rolex 6 ila 50 bin dolar aralığında satış yapar.

Senede 1 milyon saat satan bir marka olmasına rağmen internetten siparişle rolex satın alamazsın. Gider bayisinde talebini dile getirirsin varsa alırsın yoksa sıraya girersin ki, bekleme süresi 8 yılı bulabilir. (Bu yüzden bazı modellerin ikinci eli aynı modelin güncel piyasa değerinden yüksek olur)

işte buna mühendislikte optimizasyon deniyor.

Mevcut bağlamda, Tek tek hiçbir şeyde en iyi olmayıp ortalamada en iyiyi yakalamak, diyebiliriz.

Pazarlama stratejilerinde sınırlı üretim var mı? Tabi ki var. Bu çoğunlukla talebe yetişememekle ilgili olsa da, bazı durumlarda ülkelere belirgin kotayı kesinlikle aşmıyorlar. Arz-talep dengesine yapay dokunuşlar elbette var.

Bir de rolex satın alıp kısa zamanda sattığını duydukları/bildikleri (yani ticaretini yapan) kişilere de sıra hiç gelmiyor. Satın alması imkansız değil tabi ama zorluk derecesi ayarlanıyor, diyebiliriz. Ayrıca, ilk defa rolex satın alacak birinin daytona bulma olasılığıyla yıllardır rolex müşterisi olan birinin bulma olasılığı aynı değil. Datejust ya da submariner’ın baz versiyonlarını bulmak daha olası. Hulk, pepsi, starbucks, batman gibi ikonikleşmiş olanları bulmaksa aşırı zor.

Rolex, piyasaya somut bir tüketim nesnesi sürüp böylesi bir başarı elde etme açısından sadece saat piyasasında değil, bütün piyasalarda tek örnek olabilir. Rakiplerinle kıyaslandığında en kaliteli değilken, rakiplerinin yüzlerce katı üretirken, limited edition’a yaslanmadan rakiplerinden onlarca kat fazla ciro ve kar yapıp hala ikonik/lüks bir arzu nesnesi olabilmek çok büyük bir başarı. Bunu sadece, rolex’in tarihiyle, otomatik saat piyasasındaki bazı ilklere imza atmış olmasıyla açıklamak da mümkün değil.

Lüks tüketimin yaygın olduğu Otomotiv veya elektronik piyasasında böyle bir örnek yok mesela. (Ki, otomatik saat piyasasında planlı eskitme stratejisinin uygulanmadığına dikkatinizi çekmek isterim, bilakis, 150 yıldır çalışan bir saat o markanın gurur kaynağıdır)

aşırı lüks tüketim moda markalarında dahi böyle bir örnek yok.

Bu nedenle rolex her zaman rolex’tir.

orient bambino

görsel

Sanırım dünyanın en güzel ürünlerinden birisi.

Ortalama bir saat sever içinse muhteşem bir şey.

Kusursuz mu? Hiç de değil.

bu saate elli tane kulp takmak, eleştirmek mümkün.

En basitinden, cam mineral kristal, çizilme ihtimali yüksek. Bu tür saatlerde görmek isteyeceğin bir ay takvimi yok. Mekanizması muhteşem değil ama ortalamanın baya üstü. Bilezik falan yok, bildiğin deri kordon, o da baya kötü kalitede, 2 seneye değiştirmek lazım.

Peki neden güzel? Bu fiyata, sadece senin hareketinle canlanan bir şey satın alamazsın da ondan. Hele de f6724 kalitesinde bir mekanizmayı…

Diğer yandan böyle retro bir görünümü isviçre markaları heritage ayağına 80 ile 300 binden sürüyorlar piyasaya, peynir ekmek gibi olmasa da, rokfor peyniri kadar gidiyor.

Orient, onların ürettiğini sıradan insanın alabileceği fiyata yapar, tıkır tıkır da çalışır.

Şu saati ister günlük kullan, ister takım elbiseyle kullan, hiçbir zaman “ya olmadı bu” demezsin. iyi bakarsan bu da evladiyeliktir.

Sırf mineral cam olduğu için henüz almadım ama safir versiyonu çıkarsa alırım. Lazım olmasa da, alternatifleri olsa da gider alırım.

Bir gün Audemars Piguet, philippe patek, vacheron constantin alacak param olsa da, onların yanında orient almaya devam ederim.

Birine mezuniyetinde hediye mi alacaksın, al işte mis gibi bambino. Ki roma rakamlısına kadar kaçıncı versiyonu çıktı piyasaya..

Şu krem kadran üzerine mavi kollar ve kubbe kesim camın estetiği kendi segmentinde zaten yok da, daha üst segmentlerde bile çeşidi az.

Rica ediyorum, şu fiyatlara hele de 2-3 misli fiyatlara quartz saat almayın.

aşık olmadan sevişmek

dünya tarihindeki sevişmelerin takribi %99,9998’ine tekabül ediyor olsa gerek.

ya tamam, önüne gelenle rastgele yatmanın ruhsal yıpranması vs diyoruz da, aşk dediğin de kimyasal bir takım etkileşimlerin neticesinde ortaya çıkan bir arzu oluyor.

her canlının ölümü tadışı gibi, her insan da birinin arzu nesnesi olma vazifesinden azlolunacaktır.

Onu ilk şekliyle korumak doğası gereği namümkün amma çeşitlendirip yeni tezahürleriyle can vermek mümkün.

şimdi bunu açardım ama buradaki sığırlara laf anlatasım yok.

bir kadının çok güzelsine vereceği tepki

çok verim beklememek lazım. Ne de olsa dünyanın en sıradan iltifatı.

arkadaşlar ben lezbiyen olmaya karar verdim

hemen biri davayı satmış yalnız.

xerjoff naxos

görsel

Aşşşırı maskülen bir koku. Neden efendim? Çünkü çok belirgin bir tütün notası mevcut.

üst ve orta notalarda bergamot, limon, bal vs güzel, gayet ferah bir açılışı var. Ancak alt notada öyle kuvvetli bir tütün var ki, sıktıktan 15 dakika sonra teninizden buram buram tütün kokusu yayılıyor.

bilumum gayrimeşru işinde kaçakçılık koşturan, son 3 günü tır kasasında kaçak tütün sarmayla geçmiş adamlar bile böyle tütün kokmaz diye düşünüyorum.

Evet aşırı maskülen bir koku, son 15 yıldır kadın resmi bile görmemiş yabani derecesinde bir maskülenlik hem de.

Hele yazın sıkıp dışarı çıktığında jandarma ekipleri “yat, yat, yat” diye etrafını sarıyor. Öyle bir tütün notası.

hamilton khaki field automatic

görsel

Otomatik saat piyasasının en güzel başlangıç saatlerinden birisi.

eski bir amerikan, yeni bir isviçre (swatch group) markası. Haliyle eta 2824 menşeili h-10 mekanizması da isviçre yapımıdır. Elle kurma ve hareketle otomatik kurulma özellikleri mevcut.

Cam safir kristal. 38 ve 42 mm kasa çapı seçenekleri mevcut. 80 saatlik enerji rezerv edebiliyor, bir diğer deyişle, cuma günü çıkarıp masaya koysanız pazartesi çalışırken bulursunuz.

Accuracy verisi -15 sn +15 sn verilse de, Kullanıma göre 6-8 saniye sapması mevcut, ki bu segmentte oldukça iyi bir sapma miktarı.

42 mm’lik versiyonunda tarih penceresi nedeniyle 15 rakamı dairesel hattın biraz içinde kalıyor, simetri takıntısı olanlar almasın. 38 mm versiyonunda bu durum yok.

Saniye göstergesi kırmızı ucuyla siyah kadranda iyi bir kontrast oluşturuyor. Bir asker saatinde olması gerektiği gibi rakamlar latin stili ve net okunur büyüklükte. Kadranla yine kontrast.

Hamilton markası zamanında abd ordusuna saat üreten bir firma olduğundan khaki field serisi karacılar; khaki aviation serisi havacılar, khaki navy serisi denizciler için düşünülmüş.

Khaki field automatic’in Tek kötü yanı, süper-luminova fosfor kullanılmasına rağmen, fosforun parlaklık süresi çok kısa ve zayıf. Karanlıkta çok iyi performansı yok.

büyük rakamların yerleştirildiği dairesel hat yanal fırçalamayla çok güzel bir şekilde belirgin hale getirilmiş. Yine bu segmentte zor görülecek bir özellik.

Ve Bu segmentte bir saatten asla beklenmeyecek derecede güzel bir bileziği var. Bileziğin kasaya bağlantı noktası kasa ayaklarının iç kısmında başladığı için bilekte ekstra bir hantallığa sebep olmadığı gibi, bileziğin iç hattındaki baklaların iki parça olması da esnekliği arttırıyor.

Otomatik saat deyince ilk olarak tissot, seiko düşünenlerin değerlendirmesini öneririm. Evladiyelik bir otomatik saat.

dokunmaya kıyamadan sevmek

başkası kıyar, enayilik etmeyin.

saç döken kadın

Bir de bunların evine gidin mesela, %90 kedi/köpek besliyordur ve her yer kedi/köpek tüyüdür. Çorabından kedi tüyü temizlersin. Öyle nalet bi tür.

saç döken kadın

çok can sıkıcı bir kadın türü.

belirgin bir sağlık sorunu veya ilaç kullanımı nedeniyle saç dökülmesinden bahsetmiyorum.

Baya bildiğin bakımsızlık nedeniyle saç döküyorsa gel de uyuz olma. Gittikten sonra evde dolaşırken bir bakıyorsun çorabına saç dolanmış, yatakta, orada burada hep saç var, arabanın koltuklarında bile saç var.

En berbatı duş zemininde saç var! Abi siz niye kullandığınız duşu temizlemiyorsunuz acaba? Ben başkasının evinde duş alınca bakıyorum amk, bir yeri kirletmiş miyim, düzenini bozmuş muyum, sağı solu ıslatmış mıyım diye. insan oradan o saçları alır, klozete falan atar.

Evin içinde Direkt göremediğinden toplama şansı yok, süpürge de almıyor, hadi bakalım buradan yak! Bir de elime, yüzüme saç gelince midem kalkıyor abi benim!

Kadının pasaklısı çekilmiyor, diyesiyim. Tşkr.

birini yüzüne karşı övmek

kafada “ha dolandırıldım, ha dolandırılıcam” ikaz lambasının yanmasına sebebiyet verir.

bir erkekten duyulabilecek en güzel söz

ali şeriati’nin eşi için söylediği “allah seni bana vererek bugüne kadar vermediği her şeyi telafi etmiştir.” cümlesinden daha iyisini duymadım. Bilmiyorum, değeri bilindi mi…